Tayfun Yılmaz - 66

 
 
İstanbul, her gün yeni hikayeler anlatıyor. İnsanların dinleyecek sabrı olmadığından, sıkılmadan yeniden anlatıyor. Bazen, hikayenin bir parçası olmamıza izin veriyor. Bu kadar hızlı değiştirilen bir şehirde, hikayeler de hızla değişiyor. Genelde sonları yok. Zaten olsa da ne farkeder ki, kimsenin dinlediği yok. Eskiden dünyayı ilgilendiren sorular, şimdi şehirleri bile değil, mahalleleri ancak ilgilendiriyor. 
İnsan, haberleşmenin (iletişimin değil) bu kadar kolaylaştığı bir dönemde, kendine gittikçe küçülen dünyalar kurmakla meşgul ve sosyal ağlara takılmış balık sürüsü gibi çırpınıp duruyor. Bir oltanın iğnesine, tek ve hür olarak takılsa, yaşamı da, ölümü de daha anlamlı olacak.
Sunulmuş, kurgulanmış, görece güvenceli, gözaltı hayatlara alıştırılıyoruz. Salyangoz gibi, iz bırakarak ilerliyoruz. Zaman zaman izlendiğimizi farketmek, gururumuzu bile okşuyor ve kendimizi önemli hissediyoruz. Aslında, izlenmekten çok takip ediliyoruz. İnsanlığın iyiliği için yazdığımız iki cümle bile, ileride aleyhimize delil olarak kullanılabilir.
İçinde sosyal ağların yüzdüğü okyanusta, balık sürüleriyiz artık. Kendi fikirlerimiz yok oldu. Çoğumuz, diplerde yalnız yüzen bir köpekbalığı olmaktan uzak, yüzeye yakın gezinen, ağlara takılacak büyüklükte, tehlike anında bile sürü halinde hareket eden balıklarız. Tezgaha konulduğunda birbirinden ayırt edilemeyen birer kopyayız, dolayısıyla, değerlerimiz de aynı. Hayatta kalmamıza yetecek kadar cevapla yaşadığımız için, soru sorma ihtiyacı duymuyoruz. Yüzeye yakın güvenli bölgemizin dışına çıkmadığımız sürece, ışıktan da, oksijenden de yeterince yararlanabiliyoruz. Biraz nefessiz kalmayı, ışıksızlığı göze alıp, diplere doğru ilerleyenler, harika manzaralarla karşılaşabiliyorlar. Risk aldıkları için, ödülleri de değerli oluyor. Yüzeye yakın olmak artık onlara haz vermiyor ve sürüden sık sık ayrılmaya başlıyorlar. Onlar, ağlara değil, bir zıpkına ya da bir oltanın iğnesine takılıyorlar. Sonları daha görkemli oluyor. Av olarak, avcılarıyla aralarında, kısa süreliğine de olsa, bir bağ oluşuyor. Şanslıysalar, bazen bir resimde ölümsüzleşebiliyorlar. Tezgaha çıkmadıkları için, kayıtlı bir değerleri olmuyor ama, yerine göre, avcı için rakamla ifade edilemeyecek kadar değerli oluyorlar.
 
17 Aralık 2012
 
17 aralık 2012[10:35, 02.05.2020] Tayfun Yılmaz: 66
 
İstanbul, her gün yeni hikayeler anlatıyor. İnsanların dinleyecek sabrı olmadığından, sıkılmadan yeniden anlatıyor. Bazen, hikayenin bir parçası olmamıza izin veriyor. Bu kadar hızlı değiştirilen bir şehirde, hikayeler de hızla değişiyor. Genelde sonları yok. Zaten olsa da ne farkeder ki, kimsenin dinlediği yok. Eskiden dünyayı ilgilendiren sorular, şimdi şehirleri bile değil, mahalleleri ancak ilgilendiriyor. 
İnsan, haberleşmenin (iletişimin değil) bu kadar kolaylaştığı bir dönemde, kendine gittikçe küçülen dünyalar kurmakla meşgul ve sosyal ağlara takılmış balık sürüsü gibi çırpınıp duruyor. Bir oltanın iğnesine, tek ve hür olarak takılsa, yaşamı da, ölümü de daha anlamlı olacak.
Sunulmuş, kurgulanmış, görece güvenceli, gözaltı hayatlara alıştırılıyoruz. Salyangoz gibi, iz bırakarak ilerliyoruz. Zaman zaman izlendiğimizi farketmek, gururumuzu bile okşuyor ve kendimizi önemli hissediyoruz. Aslında, izlenmekten çok takip ediliyoruz. İnsanlığın iyiliği için yazdığımız iki cümle bile, ileride aleyhimize delil olarak kullanılabilir.
İçinde sosyal ağların yüzdüğü okyanusta, balık sürüleriyiz artık. Kendi fikirlerimiz yok oldu. Çoğumuz, diplerde yalnız yüzen bir köpekbalığı olmaktan uzak, yüzeye yakın gezinen, ağlara takılacak büyüklükte, tehlike anında bile sürü halinde hareket eden balıklarız. Tezgaha konulduğunda birbirinden ayırt edilemeyen birer kopyayız, dolayısıyla, değerlerimiz de aynı. Hayatta kalmamıza yetecek kadar cevapla yaşadığımız için, soru sorma ihtiyacı duymuyoruz. Yüzeye yakın güvenli bölgemizin dışına çıkmadığımız sürece, ışıktan da, oksijenden de yeterince yararlanabiliyoruz. Biraz nefessiz kalmayı, ışıksızlığı göze alıp, diplere doğru ilerleyenler, harika manzaralarla karşılaşabiliyorlar. Risk aldıkları için, ödülleri de değerli oluyor. Yüzeye yakın olmak artık onlara haz vermiyor ve sürüden sık sık ayrılmaya başlıyorlar. Onlar, ağlara değil, bir zıpkına ya da bir oltanın iğnesine takılıyorlar. Sonları daha görkemli oluyor. Av olarak, avcılarıyla aralarında, kısa süreliğine de olsa, bir bağ oluşuyor. Şanslıysalar, bazen bir resimde ölümsüzleşebiliyorlar. Tezgaha çıkmadıkları için, kayıtlı bir değerleri olmuyor ama, yerine göre, avcı için rakamla ifade edilemeyecek kadar değerli oluyorlar.
 
17 aralık 2012[10:35, 02.05.2020] Tayfun Yılmaz: 66
 
İstanbul, her gün yeni hikayeler anlatıyor. İnsanların dinleyecek sabrı olmadığından, sıkılmadan yeniden anlatıyor. Bazen, hikayenin bir parçası olmamıza izin veriyor. Bu kadar hızlı değiştirilen bir şehirde, hikayeler de hızla değişiyor. Genelde sonları yok. Zaten olsa da ne farkeder ki, kimsenin dinlediği yok. Eskiden dünyayı ilgilendiren sorular, şimdi şehirleri bile değil, mahalleleri ancak ilgilendiriyor. 
İnsan, haberleşmenin (iletişimin değil) bu kadar kolaylaştığı bir dönemde, kendine gittikçe küçülen dünyalar kurmakla meşgul ve sosyal ağlara takılmış balık sürüsü gibi çırpınıp duruyor. Bir oltanın iğnesine, tek ve hür olarak takılsa, yaşamı da, ölümü de daha anlamlı olacak.
Sunulmuş, kurgulanmış, görece güvenceli, gözaltı hayatlara alıştırılıyoruz. Salyangoz gibi, iz bırakarak ilerliyoruz. Zaman zaman izlendiğimizi farketmek, gururumuzu bile okşuyor ve kendimizi önemli hissediyoruz. Aslında, izlenmekten çok takip ediliyoruz. İnsanlığın iyiliği için yazdığımız iki cümle bile, ileride aleyhimize delil olarak kullanılabilir.
İçinde sosyal ağların yüzdüğü okyanusta, balık sürüleriyiz artık. Kendi fikirlerimiz yok oldu. Çoğumuz, diplerde yalnız yüzen bir köpekbalığı olmaktan uzak, yüzeye yakın gezinen, ağlara takılacak büyüklükte, tehlike anında bile sürü halinde hareket eden balıklarız. Tezgaha konulduğunda birbirinden ayırt edilemeyen birer kopyayız, dolayısıyla, değerlerimiz de aynı. Hayatta kalmamıza yetecek kadar cevapla yaşadığımız için, soru sorma ihtiyacı duymuyoruz. Yüzeye yakın güvenli bölgemizin dışına çıkmadığımız sürece, ışıktan da, oksijenden de yeterince yararlanabiliyoruz. Biraz nefessiz kalmayı, ışıksızlığı göze alıp, diplere doğru ilerleyenler, harika manzaralarla karşılaşabiliyorlar. Risk aldıkları için, ödülleri de değerli oluyor. Yüzeye yakın olmak artık onlara haz vermiyor ve sürüden sık sık ayrılmaya başlıyorlar. Onlar, ağlara değil, bir zıpkına ya da bir oltanın iğnesine takılıyorlar. Sonları daha görkemli oluyor. Av olarak, avcılarıyla aralarında, kısa süreliğine de olsa, bir bağ oluşuyor. Şanslıysalar, bazen bir resimde ölümsüzleşebiliyorlar. Tezgaha çıkmadıkları için, kayıtlı bir değerleri olmuyor ama, yerine göre, avcı için rakamla ifade edilemeyecek kadar değerli oluyorlar.
 
17 aralık 2012