Beyazperdenin bendeki yeri çok özel olan filmlerinden biridir ‘Ölü Ozanlar Derneği’. Bilmeyen yoktur herhalde; 1950’lerin Amerika’sında aşırı disiplinli bir yatılı okulda okuyan bir grup gencin hikâyesini anlatır. Kendilerinden anı ve geleceği okul yönetiminin ve ailelerin seçtiği şekilde yaşamaları istenen gençlerdir bunlar. Sonra okula John Keating adında bir edebiyat öğretmeni atanır ve öğrenciler kendileri olmanın, anı yaşamanın tadına varır. Filmde, ruhuna öpücükler konsun Robin Williams’ın canlandırdığı John Keating, sayıların ve formüllerin arasında boğulmuş bu gençleri şiirin büyülü dünyasıyla tanıştırır, sanatla kucaklaştırır. Bu sayede herbiri farklı bakış açıları kazanır, hayatları anlamlanır. John Keating sadece öğretmenleri değil, hayatlarının dümenini kendi ellerine almanın kıymetinin farkına varmalarını sağlayan kaptanlarıdır.
‘Tiyatro benim her şeyim’
Tiyatro Kedi, ‘Ölü Ozanlar Derneği’ni, tiyatro sahnesine taşıyor. Gökçe Biçer’in oyunlaştırdığı, Hakan Altıner’in yönettiği oyun, yarın akşam saat 20.30’da Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde prömiyer yapıyor. Oyunda John Keating’i öğrencisi olmaktan gurur duyduğum, canım hocam, ‘kaptanım’ Can Gürzap canlandırıyor. Kendisine Tayfun Yılmaz, Sadi Özen, Efe Yeşilay, Metin Hasgül, Berkay Şanveren, Can Türkdoğan, Emre Çoldur, Mekin Sezer, Enes Daniş, Onur Yaldız, Alev Sezer, Gökhan Dost, İrem Uğural, Banu Batur ve Hande Djavadi eşlik ediyor. Anlayacağınız Gürzap, tiyatrodaki 51’inci yılını sahnede gençlerle birlikte kutluyor. Kendisiyle buluşup hem hasret giderdik hem de oyundan hayata kadar her şeyden konuştuk...
Hocam, ne çok zaman oldu sahnede izlemeyeli sizi. Siz de çok özlemiş olmalısınız sahneyi...
4-5 yıl oldu. Özlemez olur muyum? Hem de nasıl özledim. Tiyatro benim her şeyim. Ben gözümü tiyatroyla açtım. Çocukluğum tiyatroyla geçti. Her hafta çocuk tiyatrosuna giderdim. Büyükbabam da babam da tiyatro hastasıydı, ailemde tiyatroya gönül veren çok fazla insan var. Hepsini toplarsak kişi başına 50’şer yıldan 250 senelerini vermişler tiyatroya.
Tiyatro Kedi’de daha önce ‘Salıncakta İki Kişi’ ve ‘Yarım Bardak Su’ adlı oyunlarda rol almıştınız. ‘Ölü Ozanlar Derneği’ ile yolunuz nasıl kesişti?
Çok sevdiğim ve tiyatro bilgisine çok güvendiğim dostum Hakan Altıner beni arayıp oyundan söz etti. Gökçe Biçer’in oyunlaştırdığı teksti okuduğumda çok beğendim. Bir şeyi okurken seyretmeye başlıyorsam benim için iyidir. Tekst bende bu etkiyi yarattı ama bir yandan da şöyle bir endişem oldu. Tekstin içinde Shakespeare’den, Oscar Wilde’dan, Edmond Rostand’dan şiirler var. Benim şiir ezberlerme yeteneğim yoktur. İlkokulda ezberleyemediğim için öğretmenimden tokat bile yemiştim. Hatta kendisi konservatuvara girdiğimi duyunca “O çocuk nasıl ezber yapacak?” demiş. Diyalog ezberlemek başka, şiir ezberlemek başka. Hakan, “Ezberleme, oku” dedi. Kabul etmedim, bir edebiyat öğretmeninin dağarcığında en az 30-40 şiir vardır” dedim. Çok çalıştım sonunda belini kırdım işin. Oyunda hem Dialog’dan hem de konservatuvardan gençlerle birlikte rol alıyorum. Türk gençleri tiyatro konusunda çok yetenekli. Çok güzel bir çalışma dönemi geçirdik. Tek sıkıntımız salonsuzluk. Bir gün bir yerde, bir gün başka bir yerde oynayacağız oyunu.
Bu göçebelik bitmek bilmiyor!
Maalesef! Salonsuzuktan bir ekip dekor kurarken, diğeri fuayeye geçmek zorunda kalıyor. Tiyatro dediğin süreklilik ister. Böyle olunca seyirci de takip edemiyor. Seyirci bilet almak istiyor, oyun başka bir salonda oynanmaya başlıyor. Dünyanın en iyi filmi gelse bu şartlarda takip edebilir misin? Edemezsin. Çok üzülüyorum ve ne olacak bilmiyorum. Salon sıkıntısı büyük bir ıstırap benim için.
Ne olacak hocam, gençlar kendi imkânlarıyla daha doğrusu imkânsızlıklar içinde sahneler açıyorlar işte...
Evet, küçücük salonlarda imkânsızlıklar içinde tiyatro yapmaya çalışıyorlar. Profesyonel bir futbolcu nizami bir futbol sahasında oynamak ister, küçük halı sahalar onu kesmez. Profesyonel bir tiyatrocu da fuayesinden gişesine kadar her şeyiyle donanımlı bir tiyatroda oynamak ister. Işık kullanımı çok önemlidir mesela. Çünkü tiyatro bir illüzyondur, ışıkla birçok farklı atmosfer yaratırsın. Dekor ve kostüm de öyle. Bu çocuklar karın tokluğuna bu işi yaparken nereden bulacaklar bunlara verecek parayı? Hep söylüyorum; hepsi birer tiyatro kahramanı. Onların tiyatrolarına gidenler de benim için çok mübarek insanlar.
'Kaliteli eğitim!'
Sağlam bir kültür sanat politikası olmadan bir ülke nereye gider hocam?
Hiçbir yere gidemez. Gidemiyoruz da zaten! Kültür ve sanat demokrasilerde yaşar. Sen demokrasini kuramadıktan sonra nasıl yaşayacak? Uzun süre “İleri demokrasi” dendi, demokrasi demokrasidir, ilerisi gerisi olmaz. Kültür ve sanat daima demokrasiyle gelişmiştir. Biz 30-40 yıldır yasaklarla yapıyoruz bu işi. Darbe olur yasak, o olur yasak, bu olur yasak! Hep yasak, yasak, yasak! Oyunda da anlatıyoruz “Babam oyuncu olmamı yasakladı” durumu bile var. Ama sanatla kimse başa çıkamaz. O ne olursa olsun mutlaka bir yolunu bulur ve insanlara dokunur. Bizim en büyük açığımız ne biliyor musun?
Nedir?
Avrupa’da sanat kendini Rönesans’la kabul ettirdi. Bu topraklaraysa 270 yıl sonra matbaa girdi. O 270 yıl büyük bir kara deliktir. Halkevlerinin kapatılması da çok büyük bir kayıptır. Ben bunu 35 yıl önce de söyledim. Türkiye her şeyini eğitime harcamalı. Nitelikli öğretmenlerle kaliteli eğitime!
‘Tiyatro bir okuldur’
Muhsin Ertuğrul’un ‘Tiyatronun Değeri’ başlıklı yazısında bahsettiği ‘Beden hastası ölür, ruh hastası öldürür’ durumu hayatımızın her köşesini sardı. Çoğunluk farkında değil ama tiyatro da ruhların eğitildiği bir okul...
Sen “Tiyatro iyidir, iyileştirir” diyorsun ya her yazında, ben de “Tiyatro insana adam olmayı” öğretir diyorum. Dediğin gibi tiyatro bir okuldur hatta okuldan da değerlidir çünkü orada her türlü hayatı seyredersin. Hayatın komedisini de görürsün, dramını da, trajedisini de. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu örnekleriyle görürsün tiyatro sayesinde. Tiyatro her zaman en güzeli, en doğruyu, en ahlaklıyı arar. Yalanı, yanlış hareketleri ve suçu kabul etmez. Para cebin vitaminidir, sanatsa beynin ve aklın. Hele bir de tiyatro gibi konuşan bir sanatsa...
Bizim bu sanatın söylediklerine kulak vermek yerine birbirlerine “Tiyatro yapma bana” diye bu sanatı küçümseyen cümleler kurmayı tercih edenimiz bol maalesef...
Defalarca söyledik “Yapmayın” diye, anlatamadık. Avrupa, Batı, uygarlığını sanatla pekiştirerek güçlendirmiştir. Yetişkinler olarak kendimizi de çocuklarımızı da tiyatrodan, kitaplardan, müzikten, güzel sanatlardan eksik etmemeliyiz.
‘Hayatımız idare et abiyi cümlesiyle geçiyor’
‘Ölü Ozanlar Derneği’ basmakalıp, kuralcı eğitim sistemi üzerine çok şey söylüyor. Okul yıllarımız genelde ezbercilikle geçiyor. Oysa asıl ihtiyacımız olan geniş bir bakış açısına sahip olmak ve kendi sesimizi bulmak değil mi?
Film bu anlamda Amerikan eğitim sistemini bayağı bir sallamış, eğitim meselesi tekrar ele alınmış. Dediğin gibi asıl zenginlik hayata, olaylara, insanlara değişik açılardan bakabilmektir. Önce değişik açılardan bakacaksın, sonra da kendi özgür düşüncenle karar vereceksin, ezberlerinle, sana ezberletilenlerle değil! Oysa bizim okul dönemimiz başta olmak üzere tüm hayatımız “İdare et abiyi” cümlesiyle geçiyor. Kimse sistemin dayattıklarının dışına çıkmasın isteniyor. Ben insanın bakış açısını sinemaya benzetirim. Çektiğin kare genişledikçe masraf artar. Kaliteli eğitim için de hiçbir masraftan kaçınılmamalı.
'Evlilik zor bir meslek'
‘Ölü Ozanlar Derneği’nde “Şiir, romantizm, aşk ve güzellik bizim yaşama sebeplerimizdir” diye akan bir cümle var...
Biz bir de hoşgörüyü ekledik ona.
Aşk için neler diyeceksiniz hocam? Romantik misiniz mesela?
Çok güzel aşklarım oldu. Romantizme gelince, iyi insan olmaya çalışırım. Daha fazla konuşturamazsın beni bu konuda, ser veririm sır vermem. (Kahkahalar) Hayatta en zor şey bir kadınla bir erkeğin beraberliği. Evlilik zor bir meslek. Her iki tarafın da önce kendilerini sonra birbirlerini tanımaları ve birbirlerini eğiterek yol almaları gerekiyor. Çok deneyeceksin ama fazla zorlamayacaksın. Olmuyorsa da yolları ayıracaksın.
‘Kadın kadar güzel bir kelime var mı?’
Aile içi eğitimde de içler acısı haldeyiz. Kadına ve çocuğa şiddetten geçilmiyor ortalık. İnsanlıktan çıktık hepten!
Kadınları da çocukları da sevmiyoruz. Bunun “Niye?”sini sosyologlar araştırmalı. Bu hunharca öldürmeler, tecavüzler normal değil, bunları yapanları tımarhaneye kaldırıp tedavi etmek lazım, eğitimle düzeltilemez bu hasta yaratıklar! Cehaletten öte, vahşet bu! Sevgi olmayınca olmuyor. Sevgisiz bir ortamda, babasının annesini dövdüğünü görerek büyüyen çocuk da ileride babası gibi oluyor. Erkek ya da kadın önce insan olacak, insan! “Kadın” lafını bile kaldırdılar, “Bayan” diyorlar. Bayan ne ya? Bir spor spikeriydi sanırım, bir yayında “Kadın mı kız mı nereden bilelim?” demişti, ondan beri bir ‘bayan’dır gidiyor. “Bay basket takımı” diye bir şey duydun mu sen hiç?
Ayrıca kadınsa kime ne kızsa kime ne!
Evet, kime ne! Kadın kadar güzel bir kelime var mı? Tanju Okan o muhteşem ‘Kadınım’ şarkısını ‘Bayanım’ diye söyleseydi nasıl olurdu düşünsene! ‘Kadın kadar güzel bir kelime var mı?’
Yarın prömiyer yapacak olan ‘Ölü Ozanlar Derneği’ni 5-13-15-26 Nisan’da saat 20.30’da Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde, 27 Nisan’da aynı saatte Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde, 28 Nisan’daysa yine aynı saatte Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde izleyebilirsiniz. Oyunun biletleri Biletix’te.